30 Nisan 2013 Salı

BoZuK AlGıLaR

Bozuk algılar, arızalı duygular ve ruh sağlığımız….

Ne kadar önemsiyoruz..??

Güzel giderken herşey çoook güzel… ya?

Sorun, problem, mesele, sıkıntı yada herhangi olumsuz, negatif bir  durumda; karşımdaki kişi yada kişilere karşı….

Nasıl hitap etmeliyim?? Hangi kelimeleri kullanır isem kırıcı olmam?  Hangi önyargılarımdan arınmalıyım?  Kimleri damgalamadan hayatıma devam etmeliyim? Hangi kaygılarımdan kurtulmalıyım? Yada önce azaltmalı, sonrada bitirmeli, yok etmeliyim??

Sorunlar üzerinde yoğunlaşmak güzel.. peki sonra?



 


Her güzel şeylerin sonu olduğu gibi, sorunları çözüp, yola devam edebiliyor muyuz? Yoksa, taşımaya devam ediyor, o yoğunluğun içinden kendimizi çıkaramıyor, sorun yumağı halinde getirip, yumaklarla mı dolaşıyoruz?



 


Sıkar, emin olun ki sıkar… her şeyin bir ekonomik ömrü olduğu gibi, bizimde bir ömrümüz var.. kullanabileceğimiz bir süre var.. ekonomik kullanmak durumundayız, mecburuz buna… hovardaca, hesapsızca harcanmaması gereken bir ömür… borçluyuz çünkü.. anne, babalarımızın bize borçlu olduğu gibi.. bizde gelecektekilere borçluyuz..

Çok kolay değil.. yaşamak… ayakta kalmak.. tutunmak.. kök salmak… değer vermek…

Ama yapabiliriz..

Hayatta en çok değer verdiğimiz şey; öncelikle insan olmak.. olabilmek.. güzel örneklerden yola çıkarak, ders çıkararak, her şeyin farkına vararak,,

Hayatta en çok değer verdiğimiz şey; sağlık.. beden, akıl, ruh.. hepsi…

bedenimiz hasta olduğunda; (kabul ederek) hastaneler, aile hekimleri, doktorlar ve aldanarak sahip olmak arzusu ile yanıp tutuştuğumuz ve hızla yolunu tuttuğumuz eczanelerde aldığımız soluklanma ve tedavi süreciii….

Aklımız hasta olduğunda, (kabul ederek) bedenden farklı olmayan bir sürece eklenen sadece kapatma cezası… ve müşahade altında, gözetim altında geçen bir yaşam.. sorgular, bakışlar, acınmalar vs… peki..

Ruhumuz hasta olduğunda… var mı tedavi merkezleri… evet var.. aslında ruh ve sinir hastalıkları bölümünün konusu olmakla birlikte… ne yazık ki, ruhsal sıkıntıları çözüme kavuşturamıyor, debelenip duruyor, çıkmaya çalıştıkça batıyor, yardım istedikçe dışlanabiliyoruz… tabi en acısı da farkına varamıyoruz..

Farkındalıklarımızın artması dileğiyle…

Öylesine bir sohbet benimki..



Öylesine bir sohbet benimkiadını siz koyun…

Merhaba,



 


Doğduğumuz aileden başlamak üzere; büyüdüğümüz çevremizde, yaşadığımız şehrimizde, çalıştığımız işyerinde; ‘’insan sorunları’’ olmaması mümkün değil…  İnsanın bulunduğu her yerde er yada geç mutlaka sorunlar olacaktır. Önemli olan; yaşanacak yada yaşanan yada yaşanmış sorunların ve çözümlerinin iyi bir anlayış ve hoşgörü çerçevesinde analiz edilerek, çözmek ve refah seviyesini arttırabilmek.. Bu noktada, destek alabileceğimiz yada destek olabilecek evimizde, çevremizde büyüğümüz, işyerlerinde yöneticimiz ve  İnsan kaynakları çözümün parçası olmak için uğraş vermekte..



 


Amaç; daha iyi bir yaşam ise….

Hangi anlamda?? Her anlamda, her konuda…

Daha iyi bir yaşam denince akla gelen şey yada şeyler, paylaşım yaptığınız kişiye göre şekillenmekte…

Asgari ücretle çalışanın vereceği cevap farklı, evi olmayan birinin vereceği cevap farklı, huzuru olmayan birinin vereceği cevap farklı olacak ve bu liste uzayarak gidecektir.

Bana sorsanız; daha iyi bir yaşam dediğimizde aklınıza ne geliyor diye?

En güzel cevabım, bir önceki günden daha iyi bir gün… demek olur…



 


İnsanların temel ihtiyaçları karşılandıkça, doğal olarak bir üsttekini istemek ve ona ulaşabilmek adına yaşadıklarımız var..  Temel insani nedenlerle, yasal nedenlerle, ahlaki nedenlerle, gönüllülük esası… Karşılandıkça bir üstü.. ama sağlıkla…ama stressiz.. ama huzurla..  da demek geçiyor içimizden yada direkte söyleyebiliyoruz çoğunlukla…



 


Bugüne kadar bizi en çok yoran şey aslında stres…. Farkında mıyız?… kendi kendimiz için yarattığımız stres… doyuma ulaşamadığımızda… istediğimizi elde edemediğimizde… düşündüğümüzü anlatamadığımızda… aşırı baskı altında çalışıp, hayır diyemediğimizde, kendimizi savunamadığımızda… ne olduğumuzu yada ne olacağını bilemediğimizde… belirsizlik durumlarında… haksızlığa uğradığımızda….trafikte… evlilik hayatımızda… akrabalar ile olan ilişkilerimizde… bu listeyi de uzatabiliriz, istediğimiz kadar…  aslında stressiz bir yaşam dilemek isterim herkese ancak, bilirim ki tansiyon gibi, şeker gibi olmazsa olmazdır aynı zamanda stres… fazlası bir nevi intihar… acı ve sefalet sonrası… azıda yaşanılamaz insan profili… vurdumduymaz… umursamaz… kayıp bir yaşamdır…



 


Yoğunluğu önemli, miktarı önemli, yüksekliği önemli…. Azı da, fazlası da zarar.. stres mutlaka zararlıdır diyemeyiz… dikkate alalım… dikkate alınmadığı takdirde, kontrol altına alınmadığı takdirde yaşayabileceklerimiz, hayatımıza mal olabilir..

o zaman ne napmalıyız? nasıl kontrol edicez?



 


her türlü sorunun cevabı bizde… kendimizde..

kendini bilmekle başlayan süreçte, neyi bilmediğimizi bilirsek eğer, bildiklerimiz kalıyor elimize…

yeter bunlar bana diyorsak; yola devam..

yok bu bildiklerim az, daha da sayısını arttırmalıyım diyorsak eğer, imkanlar önümüzde, fırsatlar elimizde değerlendirelim o zaman…

hayal kırıklığımı yaşamak istiyoruz, bayat, sönük, saygın olamayan bir hayat…

yoksa, istediklerimizin farkına vararak, kendimizin farkında olarak, taze, dipdiri, canlı, sağlık ve neşe içinde, hem kendimize hem de çevremize olan saygınlığımızla birlikte devam eden   bir hayat mı??



 


Karar bizim… seçim bizim… tercih bizim.. adını siz koyun…

Oku ile başlayan ilk emirle yola çıkarak….

öğrenmek elimizde,  kendimizi geliştirmek elimizde.. sürekli eğitim, öğrenme elimizde… mükemmel fırsatlar varken bunları değerlendirmek elimizde.. her şey var bizde.. yeter ki  farkına varalım…yeter ki isteyelim.. sadece istemek yetiyor.. nerde olursak olalım.. keşfedelim.. hayatı.. elimizdeyken..



 


sevgimle….



 




 




 




 




 




 


Bozuk algılar, arızalı duygular ve ruh sağlığımız….

Ne kadar önemsiyoruz..??

Güzel giderken herşey çoook güzel… ya?

Sorun, problem, mesele, sıkıntı yada herhangi olumsuz, negatif bir  durumda; karşımdaki kişi yada kişilere karşı….

Nasıl hitap etmeliyim?? Hangi kelimeleri kullanır isem kırıcı olmam?  Hangi önyargılarımdan arınmalıyım?  Kimleri damgalamadan hayatıma devam etmeliyim? Hangi kaygılarımdan kurtulmalıyım? Yada önce azaltmalı, sonrada bitirmeli, yok etmeliyim??

Sorunlar üzerinde yoğunlaşmak güzel.. peki sonra?

 

Her güzel şeylerin sonu olduğu gibi, sorunları çözüp, yola devam edebiliyor muyuz? Yoksa, taşımaya devam ediyor, o yoğunluğun içinden kendimizi çıkaramıyor, sorun yumağı halinde getirip, yumaklarla mı dolaşıyoruz?

 

Sıkar, emin olun ki sıkar… her şeyin bir ekonomik ömrü olduğu gibi, bizimde bir ömrümüz var.. kullanabileceğimiz bir süre var.. ekonomik kullanmak durumundayız, mecburuz buna… hovardaca, hesapsızca harcanmaması gereken bir ömür… borçluyuz çünkü.. anne, babalarımızın bize borçlu olduğu gibi.. bizde gelecektekilere borçluyuz..

Çok kolay değil.. yaşamak… ayakta kalmak.. tutunmak.. kök salmak… değer vermek…

Ama yapabiliriz..

Hayatta en çok değer verdiğimiz şey; öncelikle insan olmak.. olabilmek.. güzel örneklerden yola çıkarak, ders çıkararak, her şeyin farkına vararak,,

Hayatta en çok değer verdiğimiz şey; sağlık.. beden, akıl, ruh.. hepsi…

bedenimiz hasta olduğunda; (kabul ederek) hastaneler, aile hekimleri, doktorlar ve aldanarak sahip olmak arzusu ile yanıp tutuştuğumuz ve hızla yolunu tuttuğumuz eczanelerde aldığımız soluklanma ve tedavi süreciii….

Aklımız hasta olduğunda, (kabul ederek) bedenden farklı olmayan bir sürece eklenen sadece kapatma cezası… ve müşahade altında, gözetim altında geçen bir yaşam.. sorgular, bakışlar, acınmalar vs… peki..

Ruhumuz hasta olduğunda… var mı tedavi merkezleri… evet var.. aslında ruh ve sinir hastalıkları bölümünün konusu olmakla birlikte… ne yazık ki, ruhsal sıkıntıları çözüme kavuşturamıyor, debelenip duruyor, çıkmaya çalıştıkça batıyor, yardım istedikçe dışlanabiliyoruz… tabi en acısı da farkına varamıyoruz..

Farkındalıklarımızın artması dileğiyle…


Öylesine bir sohbet benimkiadını siz koyun…

Merhaba,

 

Doğduğumuz aileden başlamak üzere; büyüdüğümüz çevremizde, yaşadığımız şehrimizde, çalıştığımız işyerinde; ‘’insan sorunları’’ olmaması mümkün değil…  İnsanın bulunduğu her yerde er yada geç mutlaka sorunlar olacaktır. Önemli olan; yaşanacak yada yaşanan yada yaşanmış sorunların ve çözümlerinin iyi bir anlayış ve hoşgörü çerçevesinde analiz edilerek, çözmek ve refah seviyesini arttırabilmek.. Bu noktada, destek alabileceğimiz yada destek olabilecek evimizde, çevremizde büyüğümüz, işyerlerinde yöneticimiz ve  İnsan kaynakları çözümün parçası olmak için uğraş vermekte..

 

Amaç; daha iyi bir yaşam ise….

Hangi anlamda?? Her anlamda, her konuda…

Daha iyi bir yaşam denince akla gelen şey yada şeyler, paylaşım yaptığınız kişiye göre şekillenmekte…

Asgari ücretle çalışanın vereceği cevap farklı, evi olmayan birinin vereceği cevap farklı, huzuru olmayan birinin vereceği cevap farklı olacak ve bu liste uzayarak gidecektir.

Bana sorsanız; daha iyi bir yaşam dediğimizde aklınıza ne geliyor diye?

En güzel cevabım, bir önceki günden daha iyi bir gün… demek olur…

 

İnsanların temel ihtiyaçları karşılandıkça, doğal olarak bir üsttekini istemek ve ona ulaşabilmek adına yaşadıklarımız var..  Temel insani nedenlerle, yasal nedenlerle, ahlaki nedenlerle, gönüllülük esası… Karşılandıkça bir üstü.. ama sağlıkla…ama stressiz.. ama huzurla..  da demek geçiyor içimizden yada direkte söyleyebiliyoruz çoğunlukla…

 

Bugüne kadar bizi en çok yoran şey aslında stres…. Farkında mıyız?… kendi kendimiz için yarattığımız stres… doyuma ulaşamadığımızda… istediğimizi elde edemediğimizde… düşündüğümüzü anlatamadığımızda… aşırı baskı altında çalışıp, hayır diyemediğimizde, kendimizi savunamadığımızda… ne olduğumuzu yada ne olacağını bilemediğimizde… belirsizlik durumlarında… haksızlığa uğradığımızda….trafikte… evlilik hayatımızda… akrabalar ile olan ilişkilerimizde… bu listeyi de uzatabiliriz, istediğimiz kadar…  aslında stressiz bir yaşam dilemek isterim herkese ancak, bilirim ki tansiyon gibi, şeker gibi olmazsa olmazdır aynı zamanda stres… fazlası bir nevi intihar… acı ve sefalet sonrası… azıda yaşanılamaz insan profili… vurdumduymaz… umursamaz… kayıp bir yaşamdır…

 

Yoğunluğu önemli, miktarı önemli, yüksekliği önemli…. Azı da, fazlası da zarar.. stres mutlaka zararlıdır diyemeyiz… dikkate alalım… dikkate alınmadığı takdirde, kontrol altına alınmadığı takdirde yaşayabileceklerimiz, hayatımıza mal olabilir..

o zaman ne napmalıyız? nasıl kontrol edicez?

 

her türlü sorunun cevabı bizde… kendimizde..

kendini bilmekle başlayan süreçte, neyi bilmediğimizi bilirsek eğer, bildiklerimiz kalıyor elimize…

yeter bunlar bana diyorsak; yola devam..

yok bu bildiklerim az, daha da sayısını arttırmalıyım diyorsak eğer, imkanlar önümüzde, fırsatlar elimizde değerlendirelim o zaman…

hayal kırıklığımı yaşamak istiyoruz, bayat, sönük, saygın olamayan bir hayat…

yoksa, istediklerimizin farkına vararak, kendimizin farkında olarak, taze, dipdiri, canlı, sağlık ve neşe içinde, hem kendimize hem de çevremize olan saygınlığımızla birlikte devam eden   bir hayat mı??

 

Karar bizim… seçim bizim… tercih bizim.. adını siz koyun…

Oku ile başlayan ilk emirle yola çıkarak….

öğrenmek elimizde,  kendimizi geliştirmek elimizde.. sürekli eğitim, öğrenme elimizde… mükemmel fırsatlar varken bunları değerlendirmek elimizde.. her şey var bizde.. yeter ki  farkına varalım…yeter ki isteyelim.. sadece istemek yetiyor.. nerde olursak olalım.. keşfedelim.. hayatı.. elimizdeyken..

 

sevgimle….

 

 

 

 

 

 

24 Nisan 2013 Çarşamba

Adil olmalı bu hayatta..

Adil olun. Kişisel önyargınızın kararınızı etkilemesine asla izin

vermeyin.



 


İşe alacağı kişilerde önyargılı ayrım yapan şirketler her zaman

kaybederler.



 


Fotokopi makineleri satan bir kuruluşun hepsi de erkek olan

200 satıcı elemanı vardı; şirket, kadınların satış sırasında yapılması

gereken gösteri için fotokopi makinelerini taşıyacak kadar

güçlü olmadıklarını ileri sürerek kadın satış memuru almamayı

kararlaştırmıştı. Bir fotokopi makinesini tek başına taşıyacak kadar

güçlü bir insan hiç gördünüz mü? Şirket kadın memur almaya ikna edildikten

iki yıl sonra kadın satıcıların üçü, en başarılı 20 satıcı arasına girdi.



 


  Pek çok ülkede yaş nedeniyle ayrımcılık yapmak yasalara aykırıdır. Birini

45 yaşını aşmış diye geri çevirmekle olgun, deneyimli ve yeteneklerinin

zirvesinde bir insanı kaybediyor olabilirsiniz.

Yöneticiler

Yöneticiler de, tıpkı şoförler gibi, kuralları kanıksayıp,

zamanla kötü huylar edinebilirler.

Hayatta ''3'' Şey

ÜÇ ŞEY....



 




 


HAYATTA BİR KEZ GİTTİĞİNDE ASLA GERİ DÖNMEYEN ÜÇ ŞEY:


ZAMAN, SÖZCÜKLER VE FIRSATTIR.




 




 




 


HAYATTA HİÇBİR ZAMAN KAYBEDİLMEMESİ GEREKENÜÇ ŞEY:


BARIŞ, UMUT VE DÜRÜSTLÜKTÜR.




 




 




 


HAYATTA EN DEĞERLİÜÇ ŞEY:


SEVGİ, KENDİNE GÜVEN VE ARKADAŞLARDIR.




 




 




 


HAYATTA HİÇ EMİN OLUNAMAYACAKÜÇ ŞEY:


DÜŞLER, BAŞARI VE ZENGİNLİKTİR.




 




 




 


HAYATTA İNSANİ GELİŞTİRENÜÇ ŞEY:


ÇOK ÇALIŞMA, SAMİMİYET VE BAŞARIDIR.




 




 




 


HAYATTA İNSANI MAHVEDENÜÇ ŞEY:

CESARETSİZLİK, GURUR VE ÖFKEDİR

Affetmek

KENDİNİ AFFETMEK

Düşümde Tanrı ile konuştum.

- ''Demek benimle görüşmek istiyorsun?'' Diye sordu Tanrı

- ''Eğer zamanın varsa'' dedim.

 


 


Gülümsedi,

- ''Benim zamanım sonsuzluktur'' dedi.

- ''Ne sormak istiyorsun bana?''


- ''İnsanoğlunun seni en çok şaşırtan davranışlarını.''



 


Tanrı şöyle cevapladı sorumu:

- ''Çocukluktan sıkılırlar, büyümek için acele ederler


Ve sonra çocukluklarını özlerler.

Para kazanmak için sağlıklarını kaybederler

Ve sağlıklarını geri kazanmak için para verirler.

Gelecekten endişe ederken bugünü unuturlar

Böylece ne bugünde ne gelecekte yaşarlar.

Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar,hiç yaşamamış gibi ölürler.''.



Bir süre sessizce oturduk,sonra tekrar sordum:

- Bize vermek istediğin hayat dersleri var mı?

Tanrı bir gülümseme ile yanıtladı sorumu:

- ''Kimseye kendinizi sevdiremezsiniz,

Yapabileceğiniz kendinizi yalnızca sevilmeye bırakmak.

Kendinizi başkalarıyla kıyaslamayın.

Zengin bir insan hayatta en çok şeye sahip olan değildir.

En az şeye ihtiyacı olandır.

Sevdiğiniz insanları birkaç saniyede yaralayabilirsiniz.

Ama yaralarını iyileştirmek yıllar alır.

Affetmeyi affederek öğrenirsiniz.

Sizi çok seven insanlar vardır,

ama duygularını nasıl ifade edeceklerini bilemeye bilirler.

İki kişi aynı şeye bakabilir ama farklı şeyler görebilir.

Bazen başkaları tarafından affedebilmek yetmez,

Siz kendinizde kendinizi affetmelisiniz.''



 




 




 




 




 




 




 




 




 




 




 

Eskisi gibi..


Artık eskisi gibi her hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum.

Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum.  Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.

İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.

Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konumsak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.

İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yas faktörü artik bende de var.

"Ben demiştim", "ben bilirim", "ben zaten anlamıştım" sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun.

İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.

İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.

Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor.

Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken.

Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine.  Kestirmeleri de öğrendim gide gele.

Bos geçen her saniye değerli artık. Daha yapılacak çok şey var ama kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.

Gerektiğinde "HAYIR"  demeyi öğrendim ve bu kelime basta karsındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.

Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum. Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.

Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce   göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum.

Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.

Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar.

Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor.

Yaşamışlığın oluşturduğu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.

Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım.

Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.

Modaya uymak adına popomun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim.

Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı. Dostlarıma,kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor.

Mutfak eskiden bir zulüm iken simdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor.

Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.

Sonra Sezen'in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.  İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor.

Yaşamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.

Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yaşadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.

İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.

Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor.

Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum.

CAN DÜNDAR

 

 

 

 

 

Etkili Liderlik

 

YAŞAM VİZYON, MİSYON VE DEGERLERİNİZİ BELİRLEYİN.

NE İSTEDİĞİNİZE GERÇEKÇİ OLARAK KARAR VERİN VE HAREKETE GEÇİN.

ESNEKLİK BECERİLERİNİZ GELİŞTİRİN.

EMPATİK OLUN. KARŞINIZDAKİNİ YARGILAMADAN ÖNCE ANLAMAYA ÇALIŞIN.

HER TÜRLÜ İLİŞKİLERİNİZDE KARŞILIKLI SAYGIYA VE GÜVENE ÖNEM VERİN.

İLETİŞİM SİZİN NE SÖYLEDİĞİNİZ DEĞİL!! BAŞKALRININ NE ANLADIĞIDIR. DOĞRU MESAJ VERMEYE ÖZEN GÖSTERİN.



 


HERKESİN FARKLILIĞINI KABUL EDİN VE SAYGI GÖSTERİN. KARŞINIZDAKİ BAŞKA BİR DÜNYA VE SİZ ONU ANLAMAYA ÇALIŞIN.



 


OLDUĞUNUZ GİBİ GÖRÜNÜN YA DA GÖRÜNDÜĞÜNÜZ GİBİ OLUN. (MEVLANA) DOĞALLIK EN ÖNEMLİ POLİTİKADIR.



 


HER İNSAN DÜNYAYI KENDİNE GÖRE ALGILAR VE HERKES KENDİNE GÖRE OLAYLARI YORUMLAR. ANLAŞAMAMAK DOĞAL VE ANLAŞABİLMEK İSE ASLINDA MUCİZEDİR.



 


HERKES İSTEDİKLERİNİ YAPABİLMEK VE MOTIVE OLMAK İÇİN YETERLİ KAYNAKLARA SAHİPTİR. KAYNAKLARINIZI TANIYIN VE KULLANIN..



 


BİRİRSİ İÇİN MÜMKÜN OLABİLEN HERKES İÇİN MÜMKÜNDÜR. NEYİN OLMAYACAĞINA DEĞİL, NEYİN OLABİLECEĞİNE ODAKLANIN..



 


DOĞRU SORULAR DOĞRU YANITLARI GETİRİR.



 




 

Şarabın ve Hayatın Felsefesi



Bir felsefe profesörü sınıfta, önünde bazı malzemelerle öğrencileriyle ders yapıyordu.
Önce önündeki boş bir kavanozu 2" çapındaki taşlarla doldurmaya başladı.
Öğrencilere kavanozun dolu olup olmadığını sordu. Onlar da dolu olduğunu kabul ettiler.

Profesör bu sefer bir kutu çakıltaşı aldı ve onları kavanoza boşalttı.
Kavanozu hafifçe sallayınca çakıl taşları büyük taşların arasındaki boşluklara doldular.
Profesör yine öğrencilerine kavanozun dolu olup olmadığını sordu, onlar da onayladılar.

Bu sefer bir kutu kum alıp kavanoza boşalttı. Tabii kum geriye kalan bütün boşlukları doldurunca yine öğrencilerine aynı soruyu tekrarladı.
Öğrencilerin hepsi bir ağızdan kavanozun dolu olduğunu söylediler.

Profesör bu sefer masanın altından bir şişe kırmızı şarap çıkarıp içindekileri kavanoza boşalttı ve böylece kumların arasındaki
boşlukları etkili bir şekilde doldurdu. Öğrenciler gülmeye başlayınca;

"Şimdi," dedi:

"Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini bilmenizi istiyorum.
Taşlar hayatınızdaki önemli şeyler aileniz, sevgiliniz, sağlığınız. Her şeyi kaybetseniz ve elinizde sadece onlar kalsa bile hayatınızın dolu dolu olmasını sağlayacak şeyler bunlar.


Çakıl taşları ise işiniz, eviniz, arabanız gibi diğer önemli şeyler.

Kum da geriye kalan her şeydir, küçük şeyler yani.


Eğer kavanozu önce kumla doldurursanız çakıl taşlarına ve büyük taşlara yerkalmayacaktır.
Aynı şey hayatınız için de geçerli.

Bütün zaman ve enerjinizi küçük şeylere harcarsanız hayatınızda sizin için önemli olan şeylere hiç yer kalmayacaktır
."

Mutluluğunuz için çok önemli olan şeylere dikkat edin.
Çocuklarınızla oynayın, doktor kontrollerinizi düzenli yaptırın.
Sevgilinizi dansa götürün. İşe gitmek, evi temizlemek, tamirat yapmak ve yemek vermek için hep zamanınız olacaktır.
Önce büyük taşları -gerçekten önemli olanları halledin. Önceliklerinizi belirleyin. Geriye kalanlar sadece kumdur."

Öğrencilerden biri elini kaldırıp şarabın neyi simgelediğini sordu.
Profesör gülümsedi, "Sorduğunuza sevindim.
O, sadece
hayatınız ne kadar dolu görünürse görünsün
iyi bir şişe şaraba her zaman yer olacağını
size göstermek içindi."


 

Üstün Dökmen'den..

Üstün Dökmen’in “küçük şeyler” isimli kitabının 70. sayfasından bir alıntı:

...Kendilerini herkesten üstün görenler, kendi onurlarına onulmaz biçimde hayran olanlar, insan ilişkileri konusunda kendilerini eğitimle geliştirebileceklerine inanmayanlar, bana küçük ağaçtaki hindiyi hatırlatıyorlar.

İlginç bir roman olan “Küçük Ağacın Eğitimi”nde Kızılderili dede ve nine ile Küçük Ağaç adlı çocuk arasındaki ilişki anlatılmaktadır.

Küçük Ağacın dedesi, giderek derinleşen, üstü dallarla örtülü, hindinin boynundan alçak bir tünel kazar, tüneli derin bir çukura bağlar. Toprağın yüzeyinden tünelin içine doğru mısır taneleri serpiştirir. Yaban hindisi başını eğip taneleri yiye yiye tüneli geçer, çukura girer. Başını kaldırır, çukurun üstü açıktır ama çukur derindir. Tek çıkış yolu vardır, başını eğip tünelden gerisin geriye gitmek. Ancak hindi başını eğmeyi akıl edemediği için çukurdan çıkamamaktadır.

Küçük ağaç dedesine, “Dede, hindi niçin kafasını eğip tünelden dışarı çıkmıyor?” diye sorar. Dedesi “Yavrum hindi kendisini herkesten üstün gördüğü için, öğrenebileceği yeni şeyler bulunduğuna inanmadığı için, alçak gönüllülük gösterip başını eğemediği için girdiği çukurdan çıkamıyor”der.

Çukurlar içinde kalma tehlikesi hepimiz için vardır. Ama eğer tüm insanların onurlarını eşit olduğuna inanırsak bu tehlike bizden uzaklaşır. Daha onurlu bir insan olmaya çalışmak yerine (burayı Üstün Dökmen’in izniyle -daha onurlu bir insan gibi gözükmeye çalışmak yerine- diyerek düzeltme ihtiyacı duydum çünkü yanlış anlaşılabilir/F.Esemen), daha bilgili, daha etkili, daha iyimser, daha sevecen olmaya çalışmak daha akıllıca olsa gerek...



 




 


hoca

Yaşamın Yankısı

YAŞAMIN YANKISI



 


            Bir adam ve oğlu ormanda yürütüş yapıyorlarmış. Birden oğlan takılıp düşüyor ve canı yanıp “AHHH” diye bağırıyor. İlerde bir dağın tepesinden “AHHHH” diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor. Merak ediyor ve “SENKİMSİN” diye bağırıyor. Aldığı cevap “SENKİMSİN” oluyor.  Aldığı cevaba kızıp “SEN BİR KORKAKSIN” diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses “SEN BİR KORKAKSIN” diye cevap veriyor. 

         

Çocuk babasına dönüp “baba ne oluyor böyle ?” diye soyuyor. “Oğlum” diyor adam, “Dinle ve öğren !” ve dağa dönüp “SANA HAYRANIM” diye bağırıyor. Gelen cevap “SANA HAYRANIM” oluyor. Baba tekrar bağırıyor. “SEN MUHTEŞEMSİN” Gelen cevap; “SEN MUHTEŞEMSİN” Oğlan çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamıyor. Babası açıklamasını yapıyor. “İnsanlar buna “YANKI” derler, ama aslında bu “YAŞAM” dır.” Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev.! Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.”



 


          Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada yansımasıdır. 



 




 




 




 




 


YAŞAMAK




 


YAŞAMAK fırsattır, yararlanmayı bil.

YAŞAMAK güzelliktir, kıymetini bil.

YAŞAMAK mutluluktur, tatmayı bil.

YAŞAMAK rüyadır, gerçekleştirmeyi bil.

YAŞAMAK meydan okunmasıdır sana, karşı çıkmayı bil.

YAŞAMAK görevdir, tamamlamayı bil.

YAŞAMAK oyundur, oynamayı bil.

YAŞAMAK servettir, korumayı bil.

YAŞAMAK aşktır, sevgidir, keyfini çıkarmayı bil.

YAŞAMAK bilmecedir, çözmeyi bil.

YAŞAMAK hüzündür, aşmayı bil.

YAŞAMAK verilmiş bir sözdür, tutmayı bil.

YAŞAMAK şarkıdır, söylemeyi bil.

YAŞAMAK mücadeledir, kabullenmeyi bil.

YAŞAMAK trajedidir, göğüslenmeyi bil.

YAŞAMAK şanstır, kullanmayı bil.

YAŞAMAK çok kıymetlidir, mahvetmemeyi bil.

YAŞAMAK YAŞAMAKTIR, uğruna savaşmayı bil....

Unutma



Senden bir tane daha yok bu dünyada.
Gülümsemeyi asla unutma.
Gözlerinin içi gülsün gülerken,
Bakislarin piril piril olsun ve her zaman
Nemli kalsin göz pinarlarin.

Kendini sevilebilecek bir insan haline getirmeyi
Ve ondan sonra da kendini sevip kendine sarilmayi.
Zamana güven ve onun senin en büyük dostlarindan biri olduguna.
Acilarinin ve felaketlerinin ancak onun koynunda uyuyabilecegini unutma.

Basina gelenlerin günün birinde
Kisisel tarihin ayrintilarindan biri olmaya mahkum olacagini unutma.
Her çiçek sevgilin olsun,
Her sevgilin ise bir çiçek.

Açik tut gönlünü tüm güzelliklere.
Yasalar, günahlar, yasaklar sen oldugun icin vardir.
Ve sen bir tane oldugun için su koca dünyada,
Gir günaha çekinmeden,
Çigne yasayi.

Aydedenin sihrini gönderdigi gecelerde
Uyuyarak çalma hayatindan saatlerini.
Gecenin içinde yolculuga çikmayi unutma.
Içinde hiç ölmeyecek bir gençlik virüsü yarat
Ve kaç yasinda olursan ol,
Her zaman yirmibes yasinda kalman gerektigini unutma.

Asla taviz verme seni sen yapan yanlarindan.
Onurlu bir yasam sürebilmen için,
Şartlar ne olursa olsun direnmeyi sakin unutma.

Içindeki seni katletmeye kalkma sakin.
Kendine vuracagin her darbenin
Seni senden biraz daha uzaklastiracagini unutma.

Korkma mahallenin delisi olmaktan.
Dogrucu Davutlar ne kadar çogalirsa mahallende,
Hayat mutlaka daha iyiye gidecektir, unutma.
Hatanin affedilmeyecek olanindan kaç,
Ama hata yapmayayim diye de yakip geçme yillarini.

Unutma ki, hiç hata yapmayan bir insan
Yapabileceklerinin en iyisini yapamamis demektir hayatta.
Korkma insanca korkularindan.
Ve korkunun kendisinden çok,
Onun beklentisinin daha korkutucu oldugunu unutma.

Bir anlami olsun kendinle yaptigin kavgalarin.
Ve hep ileriye tasisin seni
Kavgada attigin her adim.
Açik birak pencereni
Ve sabah günesinin rüzgari önüne katarak
Perdelerle yapacagi raksa dönük olsun bakislarin.

Küçücük mutluluklarin görkemine inandir kendini ve gülümse.
Umutlarin bitmesin asla
Ve umutlarin bittigi yerin,
hayatin bittigi yer olacagInI asla unutma.
Ve Şaire kulak ver:
" Senden bir tane daha yok bu dünyada.
Gülümsemeyi asla unutma."




 




Adil olun. Kişisel önyargınızın kararınızı etkilemesine asla izin

vermeyin.

 

  İşe alacağı kişilerde önyargılı ayrım yapan şirketler her zaman

kaybederler.

 

  Fotokopi makineleri satan bir kuruluşun hepsi de erkek olan

200 satıcı elemanı vardı; şirket, kadınların satış sırasında yapılması

gereken gösteri için fotokopi makinelerini taşıyacak kadar

güçlü olmadıklarını ileri sürerek kadın satış memuru almamayı

kararlaştırmıştı. Bir fotokopi makinesini tek başına taşıyacak kadar

güçlü bir insan hiç gördünüz mü? Şirket kadın memur almaya ikna edildikten

iki yıl sonra kadın satıcıların üçü, en başarılı 20 satıcı arasına girdi.

 

  Pek çok ülkede yaş nedeniyle ayrımcılık yapmak yasalara aykırıdır. Birini

45 yaşını aşmış diye geri çevirmekle olgun, deneyimli ve yeteneklerinin

zirvesinde bir insanı kaybediyor olabilirsiniz.

Yöneticiler de, tıpkı şoförler gibi, kuralları kanıksayıp,

zamanla kötü huylar edinebilirler.

ÜÇ ŞEY....

 

 

HAYATTA BİR KEZ GİTTİĞİNDE ASLA GERİ DÖNMEYEN ÜÇ ŞEY:

ZAMAN, SÖZCÜKLER VE FIRSATTIR.

 

 

 

HAYATTA HİÇBİR ZAMAN KAYBEDİLMEMESİ GEREKEN ÜÇ ŞEY:

BARIŞ, UMUT VE DÜRÜSTLÜKTÜR.

 

 

 

HAYATTA EN DEĞERLİ ÜÇ ŞEY:

SEVGİ, KENDİNE GÜVEN VE ARKADAŞLARDIR.

 

 

 

HAYATTA HİÇ EMİN OLUNAMAYACAK ÜÇ ŞEY:

DÜŞLER, BAŞARI VE ZENGİNLİKTİR.

 

 

 

HAYATTA İNSANİ GELİŞTİREN ÜÇ ŞEY:

ÇOK ÇALIŞMA, SAMİMİYET VE BAŞARIDIR.

 

 

 

HAYATTA İNSANI MAHVEDEN ÜÇ ŞEY:
CESARETSİZLİK, GURUR VE ÖFKEDİR

KENDİNİ AFFETMEK

Düşümde Tanrı ile konuştum.

- ''Demek benimle görüşmek istiyorsun?'' Diye sordu Tanrı
- ''Eğer zamanın varsa'' dedim.

 

Gülümsedi,

- ''Benim zamanım sonsuzluktur'' dedi.

- ''Ne sormak istiyorsun bana?''


- ''İnsanoğlunun seni en çok şaşırtan davranışlarını.''

 

Tanrı şöyle cevapladı sorumu:

- ''Çocukluktan sıkılırlar, büyümek için acele ederler


Ve sonra çocukluklarını özlerler.

Para kazanmak için sağlıklarını kaybederler

Ve sağlıklarını geri kazanmak için para verirler.

Gelecekten endişe ederken bugünü unuturlar

Böylece ne bugünde ne gelecekte yaşarlar.

Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar,hiç yaşamamış gibi ölürler.''.

 
 
Bir süre sessizce oturduk,sonra tekrar sordum:

- Bize vermek istediğin hayat dersleri var mı?

Tanrı bir gülümseme ile yanıtladı sorumu:

- ''Kimseye kendinizi sevdiremezsiniz,

Yapabileceğiniz kendinizi yalnızca sevilmeye bırakmak.

Kendinizi başkalarıyla kıyaslamayın.

Zengin bir insan hayatta en çok şeye sahip olan değildir.

En az şeye ihtiyacı olandır.

Sevdiğiniz insanları birkaç saniyede yaralayabilirsiniz.

Ama yaralarını iyileştirmek yıllar alır.

Affetmeyi affederek öğrenirsiniz.

Sizi çok seven insanlar vardır,

ama duygularını nasıl ifade edeceklerini bilemeye bilirler.

İki kişi aynı şeye bakabilir ama farklı şeyler görebilir.

Bazen başkaları tarafından affedebilmek yetmez,

Siz kendinizde kendinizi affetmelisiniz.''

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 

Artık eskisi gibi her hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum.
Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum.  Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.
İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.
 
Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konumsak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yas faktörü artik bende de var.
 
"Ben demiştim", "ben bilirim", "ben zaten anlamıştım" sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun.
İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.
İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.
Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor.
 
Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken.
 
Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine.  Kestirmeleri de öğrendim gide gele.
Bos geçen her saniye değerli artık. Daha yapılacak çok şey var ama kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.
Gerektiğinde "HAYIR"  demeyi öğrendim ve bu kelime basta karsındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.
 
Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum. Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.
 
Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce   göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum.
Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar.
Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor.
Yaşamışlığın oluşturduğu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
 
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım.
Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.
Modaya uymak adına popomun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim.
Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı. Dostlarıma,kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor.
 
Mutfak eskiden bir zulüm iken simdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor.
Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.
 
Sonra Sezen'in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.  İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor.
Yaşamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.
Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yaşadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.
İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.
Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor.
 
Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum.
 
CAN DÜNDAR
 
 
 
 



ETKİLİ LİDERLİK

 

 

YAŞAM VİZYON, MİSYON VE DEGERLERİNİZİ BELİRLEYİN.

NE İSTEDİĞİNİZE GERÇEKÇİ OLARAK KARAR VERİN VE HAREKETE GEÇİN.

ESNEKLİK BECERİLERİNİZ GELİŞTİRİN.

EMPATİK OLUN. KARŞINIZDAKİNİ YARGILAMADAN ÖNCE ANLAMAYA ÇALIŞIN.

HER TÜRLÜ İLİŞKİLERİNİZDE KARŞILIKLI SAYGIYA VE GÜVENE ÖNEM VERİN.

İLETİŞİM SİZİN NE SÖYLEDİĞİNİZ DEĞİL!! BAŞKALRININ NE ANLADIĞIDIR. DOĞRU MESAJ VERMEYE ÖZEN GÖSTERİN.

 

HERKESİN FARKLILIĞINI KABUL EDİN VE SAYGI GÖSTERİN. KARŞINIZDAKİ BAŞKA BİR DÜNYA VE SİZ ONU ANLAMAYA ÇALIŞIN.

 

OLDUĞUNUZ GİBİ GÖRÜNÜN YA DA GÖRÜNDÜĞÜNÜZ GİBİ OLUN. (MEVLANA) DOĞALLIK EN ÖNEMLİ POLİTİKADIR.

 

HER İNSAN DÜNYAYI KENDİNE GÖRE ALGILAR VE HERKES KENDİNE GÖRE OLAYLARI YORUMLAR. ANLAŞAMAMAK DOĞAL VE ANLAŞABİLMEK İSE ASLINDA MUCİZEDİR.

 

HERKES İSTEDİKLERİNİ YAPABİLMEK VE MOTIVE OLMAK İÇİN YETERLİ KAYNAKLARA SAHİPTİR. KAYNAKLARINIZI TANIYIN VE KULLANIN..

 

BİRİRSİ İÇİN MÜMKÜN OLABİLEN HERKES İÇİN MÜMKÜNDÜR. NEYİN OLMAYACAĞINA DEĞİL, NEYİN OLABİLECEĞİNE ODAKLANIN..

 

DOĞRU SORULAR DOĞRU YANITLARI GETİRİR.

 

 

ŞARABIN VE HAYATIN FELSEFESİ

Bir felsefe profesörü sınıfta, önünde bazı malzemelerle öğrencileriyle ders yapıyordu.
Önce önündeki boş bir kavanozu 2" çapındaki taşlarla doldurmaya başladı.
Öğrencilere kavanozun dolu olup olmadığını sordu. Onlar da dolu olduğunu kabul ettiler.

Profesör bu sefer bir kutu çakıltaşı aldı ve onları kavanoza boşalttı.
Kavanozu hafifçe sallayınca çakıl taşları büyük taşların arasındaki boşluklara doldular.
Profesör yine öğrencilerine kavanozun dolu olup olmadığını sordu, onlar da onayladılar.

Bu sefer bir kutu kum alıp kavanoza boşalttı. Tabii kum geriye kalan bütün boşlukları doldurunca yine öğrencilerine aynı soruyu tekrarladı.
Öğrencilerin hepsi bir ağızdan kavanozun dolu olduğunu söylediler.

Profesör bu sefer masanın altından bir şişe kırmızı şarap çıkarıp içindekileri kavanoza boşalttı ve böylece kumların arasındaki
boşlukları etkili bir şekilde doldurdu. Öğrenciler gülmeye başlayınca;

"Şimdi," dedi:

"Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini bilmenizi istiyorum.

Taşlar hayatınızdaki önemli şeyler aileniz, sevgiliniz, sağlığınız. Her şeyi kaybetseniz ve elinizde sadece onlar kalsa bile hayatınızın dolu dolu olmasını sağlayacak şeyler bunlar.


Çakıl taşları ise işiniz, eviniz, arabanız gibi diğer önemli şeyler.

Kum da geriye kalan her şeydir, küçük şeyler yani.


Eğer kavanozu önce kumla doldurursanız çakıl taşlarına ve büyük taşlara yerkalmayacaktır.
Aynı şey hayatınız için de geçerli.

Bütün zaman ve enerjinizi küçük şeylere harcarsanız hayatınızda sizin için önemli olan şeylere hiç yer kalmayacaktır
."

Mutluluğunuz için çok önemli olan şeylere dikkat edin.
Çocuklarınızla oynayın, doktor kontrollerinizi düzenli yaptırın.
Sevgilinizi dansa götürün. İşe gitmek, evi temizlemek, tamirat yapmak ve yemek vermek için hep zamanınız olacaktır.
Önce büyük taşları -gerçekten önemli olanları halledin. Önceliklerinizi belirleyin. Geriye kalanlar sadece kumdur."

Öğrencilerden biri elini kaldırıp şarabın neyi simgelediğini sordu.
Profesör gülümsedi, "Sorduğunuza sevindim.
O, sadece
hayatınız ne kadar dolu görünürse görünsün
iyi bir şişe şaraba her zaman yer olacağını
size göstermek içindi."

 

Üstün Dökmen’in “küçük şeyler” isimli kitabının 70. sayfasından bir alıntı:

...Kendilerini herkesten üstün görenler, kendi onurlarına onulmaz biçimde hayran olanlar, insan ilişkileri konusunda kendilerini eğitimle geliştirebileceklerine inanmayanlar, bana küçük ağaçtaki hindiyi hatırlatıyorlar.

İlginç bir roman olan “Küçük Ağacın Eğitimi”nde Kızılderili dede ve nine ile Küçük Ağaç adlı çocuk arasındaki ilişki anlatılmaktadır.

Küçük Ağacın dedesi, giderek derinleşen, üstü dallarla örtülü, hindinin boynundan alçak bir tünel kazar, tüneli derin bir çukura bağlar. Toprağın yüzeyinden tünelin içine doğru mısır taneleri serpiştirir. Yaban hindisi başını eğip taneleri yiye yiye tüneli geçer, çukura girer. Başını kaldırır, çukurun üstü açıktır ama çukur derindir. Tek çıkış yolu vardır, başını eğip tünelden gerisin geriye gitmek. Ancak hindi başını eğmeyi akıl edemediği için çukurdan çıkamamaktadır.

Küçük ağaç dedesine, “Dede, hindi niçin kafasını eğip tünelden dışarı çıkmıyor?” diye sorar. Dedesi “Yavrum hindi kendisini herkesten üstün gördüğü için, öğrenebileceği yeni şeyler bulunduğuna inanmadığı için, alçak gönüllülük gösterip başını eğemediği için girdiği çukurdan çıkamıyor”der.

Çukurlar içinde kalma tehlikesi hepimiz için vardır. Ama eğer tüm insanların onurlarını eşit olduğuna inanırsak bu tehlike bizden uzaklaşır. Daha onurlu bir insan olmaya çalışmak yerine (burayı Üstün Dökmen’in izniyle -daha onurlu bir insan gibi gözükmeye çalışmak yerine- diyerek düzeltme ihtiyacı duydum çünkü yanlış anlaşılabilir/F.Esemen), daha bilgili, daha etkili, daha iyimser, daha sevecen olmaya çalışmak daha akıllıca olsa gerek...

 

 
hoca

YAŞAMIN YANKISI

 

            Bir adam ve oğlu ormanda yürütüş yapıyorlarmış. Birden oğlan takılıp düşüyor ve canı yanıp “AHHH” diye bağırıyor. İlerde bir dağın tepesinden “AHHHH” diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor. Merak ediyor ve “SENKİMSİN” diye bağırıyor. Aldığı cevap “SENKİMSİN” oluyor.  Aldığı cevaba kızıp “SEN BİR KORKAKSIN” diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses “SEN BİR KORKAKSIN” diye cevap veriyor. 

         

Çocuk babasına dönüp “baba ne oluyor böyle ?” diye soyuyor. “Oğlum” diyor adam, “Dinle ve öğren !” ve dağa dönüp “SANA HAYRANIM” diye bağırıyor. Gelen cevap “SANA HAYRANIM” oluyor. Baba tekrar bağırıyor. “SEN MUHTEŞEMSİN” Gelen cevap; “SEN MUHTEŞEMSİN” Oğlan çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamıyor. Babası açıklamasını yapıyor. “İnsanlar buna “YANKI” derler, ama aslında bu “YAŞAM” dır.” Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev.! Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.”

 

          Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada yansımasıdır. 

 

 

 

 

 

YAŞAMAK


 

YAŞAMAK fırsattır, yararlanmayı bil.

YAŞAMAK güzelliktir, kıymetini bil.

YAŞAMAK mutluluktur, tatmayı bil.

YAŞAMAK rüyadır, gerçekleştirmeyi bil.

YAŞAMAK meydan okunmasıdır sana, karşı çıkmayı bil.

YAŞAMAK görevdir, tamamlamayı bil.

YAŞAMAK oyundur, oynamayı bil.

YAŞAMAK servettir, korumayı bil.

YAŞAMAK aşktır, sevgidir, keyfini çıkarmayı bil.

YAŞAMAK bilmecedir, çözmeyi bil.

YAŞAMAK hüzündür, aşmayı bil.

YAŞAMAK verilmiş bir sözdür, tutmayı bil.

YAŞAMAK şarkıdır, söylemeyi bil.

YAŞAMAK mücadeledir, kabullenmeyi bil.

YAŞAMAK trajedidir, göğüslenmeyi bil.

YAŞAMAK şanstır, kullanmayı bil.

YAŞAMAK çok kıymetlidir, mahvetmemeyi bil.
YAŞAMAK YAŞAMAKTIR, uğruna savaşmayı bil....